Arzulanmaya ve Sevilmeye Dair
Arzu ile sevgiyi birbirine karıştırmaktan vazgeçmeliyiz. Bir şeyi sevmemiz için onun ne olduğunu bilmemiz gerekir. Arzu da ise durum tam tersidir.
Arzu’yu çoğu kez cinsel arzunun ötesinde bir anlamda düşünmüyoruz. Oysa arzu, aynı zamanda ve her zaman bilme arzusudur da. O yüzden arzulanacak olan kişi, en azından bir yanıyla karanlık ve belirsiz olmak zorundadır. Aydınlık ve belirli bir şeyi ne diye arzulayalım ki? Onu zaten biliyoruz.
Mutlak tanışıklık, bilinecek bir şeyin kalmadığı hissi, merakın sona ermesi, aşkın ölümüdür. Yalın karanlık, bilginin mutlak yokluğu ise aşkın hiç başlamamasına yol açar. Arzu vardır ama o arzudan aşk doğmaz, doğsa doğsa ölümcül, yıkıma giden bir tutku/saplantı doğar.
Arzu, tatmin edilmiş olduğu yanılsaması uyanıncaya kadar sürer çünkü o da biter ve henüz “vermemiş olan” başka birine yönelir. Biz ise bizi arzulayacak başka birini aramak zorunda kalırız. Zahmetli bir iş vesselam. O yüzden “gösterip de vermemek” sanıldığı kadar habis bir tutum değil. Göründüğünden çok daha masum, çok daha saf. Olmayacak bir şeyin peşinden koşmanın ifadesi yalnızca: Verince artık arzulanmayacağız, öyleyse “vermeyelim” ki arzu sonsuza kadar sürsün. Gayette mantıklı gibi duruyor bu açıdan.
Kuşkusuz bütün bu faaliyetler, “dostlar alışverişte görsün”den fazla bir şey değil. Çünkü bir şey kaybetmiyoruz ama kazanmıyoruz da. Vermiyoruz ama almıyoruz da.
Yumurtayı kırmadan omlet yapıyoruz gerçi ama o omletin yenilecek bir hali yok.
Bize âşık olup da adımıza nameler düzen adam, evlilikten diyelim 1 yıl sonra, televizyonun karşısında pijamasıyla oturup bizden hizmet beklemeye (ve hizmetten gayri hiçbir şey beklememeye) başladığında; ya da arzuladığımız kişiyi bir kez “elde ettikten” sonra, sevişme vakti her yaklaştığında “dayanılmaz baş ağrıları çekmeye” başladığımızda, ne arzulayan kalıyor ortada, ne de arzulanan. İki durumda da kişinin hayali arzulayan ve arzulanan kişi olmaktı. Bir kez gerçek olduğunda, yani gerçek bir “öteki”de sabitlendiğinde, önemini, değerini kaybetti.
Çünkü arzu, somut bir hedefe yönelik somut bir duygu değil; öyleymiş gibi yapıyor yalnızca.
Arzulanan kişi olarak kalmak en büyük arzumuzsa eğer; kendimizi gizleyerek, vermeyerek, mistik bir perdenin ardına saklanarak, aralıksız yalan söyleyerek bu mertebeye ulaşabilir, onu koruyabiliriz. Ama hiç kimse bizi kelimenin gerçek anlamıyla sevmeyecektir.
Eğer sevilmeye çok ama çok ihtiyacımız varsa; sevilmeden yapamıyorsak, kendimizi bir cam gibi şeffaflaştırıp ortalık yere dökeceğiz demektir. O zaman sevilebilir ve sevimli olabiliriz. Ancak bu durumda da bizi arzulayacak bir Allah’ın kulu çıkmayacaktır muhtemelen.
Bu iki durumda da sorun, kendimizi yalnızca sevilen ya da arzulanan olmak istiyoruz. Oysa arzulayan, seven, tercihen ikisini birden yapan kişiler olmak gibi bir seçeneğin olduğunu da akıldan çıkarmamalı. Bunu becerebildiğimizde ise, (kelimenin her iki anlamında da) bilen özneler olma şansımız doğabilir.
Sevgiyle Kalın..
Uzm.Psk.Dan.Eyüp SARI
Kaynakça:
- Bir Şeyler Eksik-Bülent SOMAY
- Tek Yatakta İki Kişi-Jean Claude Kaufmann
Bireysel Psikoterapi